İspanya’nın özerk Katalan bölgesinde düzenlenen bağımsızlık referandumun sonucuna göre, 2 milyonu aşkın katılımcının yüzde 80’inden fazlası bağımsızlıktan yana oy kullandı. Sürecin nereye gideceğini söylemek zor. Katalan tarihi, İskoçya'dan farklı olarak, küçük bir kıvılcımın büyük bir toplumsal yangını doğurabileceğini gösteriyor.
Katalanlar bundan tam yüzyıl önce ilk kez İspanya'dan özerklik koparmayı başarmışlardı. ‘Mancomunitat’ adı verilen bu yapılanmaya göre Katalunya, kabaca söylersek, iç işlerinde bağımsız dış işlerinde bağımlı bir bölge haline gelecekti. Aynı dönemde İrlanda'daki ulusal sorundan farklı olarak, hareketin başını işçi sınıfı ve diğer emekçiler değil, ‘Lliga Regionalista’ adında burjuva-korporatist bir önderlik çekiyordu. İrlanda'da James Connolly önderliğindeki devrimci hareket ulusal kurtuluşu dil ve kimlik sorununa indirgemeyi reddetmiş, bu haklı ve elzem talepleri ekmek sorunuyla da ‘birleştirerek’ bir Kızıl Ordu kuracak (ve 1916 Paskalya Ayaklanması'yla taçlandıracak) kadar ‘ileri’ gitmişti. Katalunya'daysa işçi sınıfı gücünü göstermemiş değildi, ama önderliği sanayi burjuvazisi ele geçirmişti.
‘Trajik Hafta’
Burjuvazinin suyun başını erken tutmasının çok güçlü bir maddi temeli vardı. Yirminci yüzyıla girerken krallıkla idare edilen (idareden çok idare-i maslahat terimi daha uygun kaçar) İspanya'da 1898'deki Amerikan savaşında son denizaşırı sömürgelerinin de kaybedilmesiyle yaşanan ‘imparatorluk travması’ ilkin ülkenin en ileri bölgesi olan Katalunya'da hissedilmiş, bir cumhuriyetçi hareket (Barcelona'da oyların üçte ikisini almıştı), kelimenin gerçek anlamıyla radikal (ve öldüresiye ruhban aleyhtarı) bir demagog parti ve nihayet güçlü bir devrimci işçi hareketi sahneye çıkmıştı. Amerikan Savaşı'ndan 10 yıl sonra bu kez Fas'taki sömürgeci maceraya tepki olarak başlayan genel grev ise tepe noktasına Barcelona'da ulaşmış ve tarihe ‘Trajik Hafta’ olarak geçen gösterilerde barikatlar güçlükle yıkılmış, askeri mahkeme yargıladığı yüzlerce kişiden beşini infaz etmişti.
Üzerinden yüzyıl geçmiş ve köprünün altından çok sular akmış olmasına karşın, bugün de durumun bundan farklı olduğu söylenemez. Bir verilip bir alınan özerklikler, proleter örgütlerinin ‘fiilî’ egemenliğinde geçen 15-20 yıl, gangster filmlerini aratmayan ‘Pistoleros’ yılları, yaşanan kanlı bir İç Savaş (1936-39), uzun yıllara yayılan Franco diktatörlüğü (1939-75) ve akabinde burjuva demokrasisi deneyiminin ardından Katalan burjuvazisi bugün de İspanya ekonomisinden aldığının verdiğinden çok daha az olduğunu düşünüyor, bugün de Madrid yönetimini işinin ehli olmamakla suçluyor (ekonomik krizi ve ‘Indignados’u hatırlayın!) ve bu nedenle isyan bayrağı çekiyor. İşte bu isyan, Pazar günü ‘sine-i millete gitme’ kararı aldı.
İspanya’nın özerk Katalan bölgesinde düzenlenen ve 'Katalanların ayrı bir devlet olmasını ister misiniz?' sorusuna yanıt arayan gayrıresmi referandumun ilk sonuçlarına göre, 2 milyonu aşkın katılımcının yüzde 80’inden fazlası bağımsızlıktan yana oy kullandı. Sandığa gitme oranının yüzde 40'ı ancak geçtiği düşünüldüğünde 'evet' oyu bir parça gölgelense de, birkaç ay önce İskoçya'daki duruma nazaran Madrid'in kaygılanmasını gerektiren bir durum olduğu aşikârdır.
Sürecin nereye gideceğini söylemek zor. Katalan burjuvazisi “ulusal sorun”u geçmişten bu yana Madrid hükümetine pratik taleplerini kabul ettirmek için bir koz olarak görmüş olduğundan, bugün de aynısını düşünmek yanlış olmaz. Fakat Katalan tarihi, İskoçya'dan farklı olarak, küçük bir kıvılcımın büyük bir toplumsal yangını doğurabileceğini gösteriyor.
Asıl gerçek
Katalan, İskoç ve Belçika vb. deneyimlerin gösterdiği asıl gerçek ise kapitalizmin çıkışsızlığıdır. Son çeyrek asırdır 'tarihin sonu'nun geldiğini, 'yeni bir dünya düzeni'nin kurulduğunu iddia edenler hep aynı masalı anlatıp durdular: Sosyalizm, sınıf mücadelesi, bunlar geride kaldı, artık çağı yakalamak, eski paradigmalardan kurtulmak lazım ve sair. Ama asıl kapitalizm çağı yakalayamıyor. Üretici güçler ulusal sınırları, ulus-devlet denen deli gömleğini yırtıp parçalamak istiyor; dünya küreselleşiyor, birbirine yakınlaşıyor, ama kapitalizm hâlâ ulusal sorunlar üretmeye devam ediyor.
Bu satırlar kaleme alınırken bir kuyruklu yıldıza sonda indirmek için son hazırlıklar yapılıyordu, ama dünyanın hali mitolojideki Sisifos'un çilesine her geçen gün daha da benziyor: Üretici güçler üzerindeki özel mülkiyet toplumsallaşmış ve uluslararasılaşmış üretimin önündeki en büyük engel olarak gördüğü ulusal sınırları her geçen gün daha da debdebeyle aşarken, toplumsallaşmış üretim ile bireysel el koyma arasındaki çelişkiden ötürü kendi deldiği sınırları her seferinde yeni ulusal duvarlarla tahkim etmeye çalışıyor, Sisifos'un taşı bir türlü yerinde durmuyor.
Troçki sürgünde geçen ömrünün zorunlu (ve tutuklu) duraklarından birinde, 1916'da Barcelona'da günlüğüne şöyle yazıyordu: 'Büyük İspanyol-Fransız kırması bir şehir. Fabrikalar cehennemindeki Nice gibi. Bir yanda dumanlar ve alevler, diğer yanda meyveler ve çiçekler…' Bağımsızlık talebinden ne çıkarsa çıksın, Katalunya böyle 'alevler ile çiçekler'in yan yana olduğu bir yer olarak kalacak gibi duruyor.