İspanya İç Savaşı’nın (1936-39) üzerinden tam seksen yıl geçti. 17 Temmuz 1936’da İspanyol sömürgesi Fas’ta başlayıp ertesi gün yarımadaya sıçrayan darbe; seçimle işbaşına gelmiş sol hükümeti devirerek, sonradan General Franco’nun başını çekeceği faşist cuntaya iktidarı vermeyi amaçlıyordu. Yasal ve meşru olan mevcut hükümetti; uluslararası anlaşmalar da onun lehineydi. Darbecilerse, haliyle, bir yalandan medet umuyorlardı: Darbemiz yasal olmayabilir ama meşru, zira biz darbe yapmasak ülke Sovyetleştirilecek, hattâ Yahudi-Mason-Komünist şer üçgeninin eline geçecekti. Darbe kısmen başarısız oldu, ülke kabaca ikiye bölündü ve uluslararası aktörlerin de devreye girmesiyle uzun ve kanlı bir iç savaş başladı.
İspanya pronunciamiento’lar ülkesiydi. Pronunciamiento’nun sözlük anlamı muhtıra olmakla birlikte, sadece muhtıra veya ikaz değil çoğu zaman bizatihi darbedir. İspanya askerin siyasi alana müdahale etmeye alıştığı bir ülkeydi. Tarihçi Adrian Shubert 1874-1911 yılları arasında hükümetlerin tam 46 kez olağanüstü hal ilan ettiğini söyler (A History of Modern Spain, s. 177). Bu bakımdan olağanüstü hal olağanlaşmış, yasalarda da ifadesini bulmuştu. Nitekim darbenin yasal alanı da karmaşıktı.
Sosyalistler arasında sonu gelmez bir tartışmadır, devrimciler açısından burjuva yasalarının önemi var mıdır yok mudur? Burjuva hukuk burjuvazinin hukuku olduğuna göre, tek doğru devrimci meşruiyet midir, yoksa devrimci meşruiyet burjuva yasallıktan önce gelir ama yasalar da bir anlam ifade eder mi? Nihayetinde bu (demokratik alanı genişleten) yasaların çıkarılması yukarıdan aşağıya bahşetme şeklinde olmuyor. Bilakis, tabandan gelişen mücadelelerin ürünü olarak egemenler tavizler vermek zorunda kalıyorlar, kimi zaman etki-tepki şeklinde kimi zaman da proaktif olarak, ön almak için. Şimdi, yasal haklar elde etmek için mücadele yürütüp ardından bu yasaları küçümsemek çelişki olduğuna göre, tartışma niye var? Yasalar önemsizdir diyen kanadın haklılık payı ne? Şöyle ki, burjuvazi işine geldiği zaman bu yasaları bir güzel çiğniyor ve dahası bu yasalar alenen çiğnenmediği zaman da genellikle kılıfına uydurulacak şekilde boşluklar taşıyor. Marx’ın dediği gibi, burjuva hukuk her şeyi açık açık söylüyor olsaydı bu kadar hukukçuya ne gerek kalırdı! Bu bakımdan, yasalara âşık olmadan dengeyi tutturmak en az meşruiyeti vurgulamak kadar önem taşıyor.
İspanya İç Savaşı bu yasallık-meşruiyet ilişkisi açısından ilginç bir örnek teşkil ediyordu. Meşruiyet; toplumun belli bir aşamada ulaştığı durumun son tahlilde egemen sınıflar tarafından yazılı hale getirilmesini ifade eden yasallığın veya hukukun ötesindedir; yasallığın devindirici gücüdür. Yasalar kapalı kapılar ardında düşünerek üretilen kâğıt parçaları değil, öncelikle hak mücadeleleri sonucunda kopartılıp alınan kazanımlardır. Bu açıdan tarihin belli bir aşamasında yasal olmayan şey gayet meşru olabilir, yasal olan bir şey ise hiçbir meşruiyet taşımayabilir. Aslolan içeriği, dolayısıyla meşruiyetidir ve bu da son tahlilde sınıfsaldır. Bu ayrımı yapmadığımızda faşist darbeyi haklı göstermek bile mümkün hale gelebilir, zira 1933’te solcu Azaña hükümetinin çıkardığı Kamu Düzeni Yasası ordunun hükümete sormadan savaş hali ilan etmesine olanak tanıyordu. Nitekim darbeciler de orduyu en üst siyasi otorite haline getirmeyi mümkün kılan savaş hali ilanında bulunmuşlardı. Bu açıdan, darbenin gayet yasal olduğu bile iddia edilebilir ve Francocuların yasalar çerçevesinde hareket ettiği bahanesine sığınılarak haklı gösterilmeye çalışılabilir. Oysa darbenin hiçbir meşruiyeti yoktu. İşin ilginci, meşru ve yasal hükümet ise hiçbir zaman savaş hali ilan etmemiş, darbeden beş ay önce yürürlüğe koyduğu bir tür OHAL (estado de alarma) ile yetinmişti, zira savaş hali veya sıkıyönetim ilanıyla yetkiyi orduya kaptırmak istemiyordu.
Uluslararası alana baktığımızdaysa, yasallığı önemsememek gerektiğini söyleyen kanadın neden güçlü olduğunu anlayabiliriz. Darbeyle karşılaşan yasal İspanya hükümetinin diğer devletler tarafından desteklenmesi gerekiyordu, uluslararası hukuk bunu gerektiriyordu. Dahası örneğin Fransa yakın zaman önce imzaladıkları bir anlaşma gereği, İspanya’ya zor durumda silah yardımında bulunmalıydı. Ama İspanya’daki Halk Cephesi hükümeti destek göremediği gibi; tarihe “Adem-i Müdahale (Müdahalesizlik) Anlaşması” olarak geçen bir rezaletle Stalin Rusya’sının da dâhil olduğu otuza yakın devlet faşist darbeciler ile cumhuriyetçileri aynı kefeye koyup İspanya’nın iç işlerine karışmama (“müdahale etmeme”) kararı aldı. Hitler ve Mussolini İspanyol darbecileri gani gani beslerken, devrimciler silahsız kalmıştı.
1936’da darbe bağıra bağıra gelmişti. Cumhuriyetçi sol hükümetin darbeden haberi vardı, ama darbeyi bir kaldıraç olarak kullanmak istediğinden pişmesini seyretmişti: Devrimci solun dışarıdan desteğine yaslanan hükümet darbeyi atlatıp mağdur rolünü kaptığında eli güçleneceğinden, hem sağcıları bastırarak saf dışı bırakabilecek hem de devrimci soldan rol ve oy çalacaktı. Fakat işler beklendiği gibi ilerlemedi, zira darbe güçlü bir sınıfsal temele yaslanıyordu. Darbe genç ya da yaşlı subaylar rahatsız olduğu için gerçekleşmemişti. Darbe burjuvazi için fevkalade sınıfsal bir ihtiyaçtı ve sivil faşizm Almanya veya İtalya’daki gibi güçlü olmadığı için orduya alan açılmıştı. Başarıya ulaşmak isteyen her darbe gibi sivil ayağı da iyi örüldüğünden, ilk başta darbe (kısmen) püskürtülse de, faşistler çok geçmeden üstünlüğü ele geçireceklerdi.