NEW

Celal Şengör’e karnavelesk bir yanıt

Celal Şengör dışkı yedirmenin işkence olmadığını savunduğu mülakatında, Kemal Sunal için “Küfretmeyi komik olmak zanneden zavallılardan” diye de bir cevahir yumurtlamış. Şengör’ü ciddiye alan çok az kişi olsa da, Kemal Sunal’a dair söyledikleri en azından ölümüne kadar yaygın bir kanıydı ve bugün de birçok kişinin paylaştığı bir görüştür.
Peki, gerçekten öyle mi? Kemal Sunal filmleri sanatsal bir değer taşımaz mı? Küfür konusunda söylenenler başka bir sığlık olduğundan o bahsi geçelim; geriye sadece Kibar Feyzo, Zübük yahut Katmadeğer Şaban, Kiracı gibi toplumsal içerikli filmleri mi kalır? Kemal Sunal hakkındaki görüşler ne yazık ki bu iki uç arasında salınıyor: Ya “eş’oğlueşek” diyerek kaba güldürüden (fars) medet uman bir “zavallı”dır (yahut “çok komik biri”dir) ya da 19. yüzyılda tezli/partizan sanat denen, 20. yüzyılda gerçekçi gibi adlarla anılan “toplumsal içerikli”, yani “doğrudan mesaj veren” filmler üretmiştir.
Hal böyle olunca, Kemal Sunal filmlerine sanatta pek yer kalmıyor. Neticede, sanat eseri kaba güldürüden de doğrudan ideoloji aktarımından da farklı bir alana oturur. Sanatın bilgisinin aktarılma ve alımlanma tarzıyla siyasetinki ayrıdır; kesiştikleri yoğun bir alan olması bunu değiştirmez ve “doğru” siyasi mesajları veren her eser başarılı bir sanat eseri değildir. O halde, hem Şengör’ü kızdıran “eeevet”lerden ötürü hem de bu yüzden Kemal Sunal’ın üstünü çizelim mi!?
Öyle değil! Kemal Sunal filmlerini anlamak adına, 20. yüzyılın en seçkin sanat teorisyenlerinden Mihail Bahtin’in “karnavelesk” kavramı ön açıcı olacaktır. Rus eleştirmen Bahtin “karnavelesk”i ütopyacı olan ile gerçek olanın, sıradan hayatta mümkün olmayan özgül bir tür iletişim yaratacak şekilde iç içe geçmesi diye tarif eder. Bu karnaval ortamında hiyerarşiler, otoriteler altüst olur, norm ve yasaklar askıya alınır, sorgulanmayan sorgulanır ve “açık ve rahatça sürdürülen konuşmalar”la yeni ve eğlenceli bir dünya kurulurdu. Karnavalda “tüm dünya, gülünç yüzüyle, neşeli göreceliği içinde görülür”, bu yeni iletişim yeni konuşma biçimleri yaratır, “küfürler sevgi dolu bir tarzda söylenir ve karşılıklı alaya izin vardır”! (Rabelais ve Dünyası, s. 36-43vd).
Küfür kısmı bir kenara, Kemal Sunal’ın en önemli filmlerinden bazılarının bu karnavalesk sorgulama üzerine oturduğu kanaatindeyim. İşin ironik yanı, bu filmlerin başında da Şengör’ün tam Sunal’a hakaret etmeye başlamadan önce zikrettiği Buzlar Çözülmeden oyunundan hareketle çekilmiş olan Deli Deli Küpeli gelmektedir! Ama karnavalesk sadece bu filmde değil, Umudumuz Şaban, Bekçiler Kralı, Doktor Civanım gibi filmlerini birbirine bağlayan bir örüntü oluşturur. Hatta bir adım daha ileri gidip söylersek, bu örüntünün içinden adeta kızıl bir şerit gibi bir kavram süzülür (hocamız sıkı dursun): Proletarya diktatörlüğü! (Bu kavram ilk kullanıldığı dönem olan 19. yüzyılda bugünkünden farklı bir anlam taşıyordu, bkz. Draper, Proletarya Diktatörlüğü Tartışması).
Sunal’ın bahsi geçen filmlerinde, tam da özgün anlamıyla “proletarya diktatörlüğü”nde olduğu gibi (daha doğrusu bunun bilinçsiz diyebileceğimiz bir mizanseniyle), bütün normlar, yasaklar, gelenekler altüst edilerek, toplumun yeniden inşasına girişilir ve geleneksel-baskıcı hiyerarşilerin yok olduğu bir ortamda mizah hayata yedirilir. Lenin proletarya diktatörlüğünü vasıfsız bir işçinin (hemen olmamakla birlikte) devletin başına geçebileceği bir yönetim olarak tarif etmişti ve tam da bunun gibi “Deli Deli Küpeli”de bir “deli” (yani bu toplumun normlarına uymayan kişi) kaymakam olup dünyaya (ve Şengör’ün pek sevdiği 12 Eylül’e) meydan okur! “Savaş” sahnesine bir bakın (https://youtu.be/sL3mKnJGLJU?t=3844), sanatsal bir şaheser olarak deliliğe övgüdür bu!

Bundan gerisini de Kemal Sunal’ın 20. ölüm yıldönümüne yetiştirmeyi umduğum kitabımda ele alacağım; profesörümüzün sitayişle bahsettiği 12 Eylül’e rahmet okutacak yeni diktatörlüğümüzde ölmez sağ kalırsak eğer onu da yazarım.
Made on
Tilda